7 Mayıs 2010 Cuma

Kader Allah'ın her şeyi biliyor olması demektir

Ömer Tuğrul İnançer'in 06 Mayıs 2010 tarihinde Burç FM'de Sadettin Acar'ın sunduğu Seyir Defteri programında yaptığı sohbetin yazıya dönüştürülmüş halidir.

İçimizle uyumlu olmak galiba temel bir mesele, değil mi Efendim. Çünkü Resülullah Aleyhisselatuvesselam da günahı ve haramı tanımlarken "senin içini gıdıklayan, içini rahatsız eden şey" diyor.

Şimdi biz dışımızı bir takım makyajla vitrinleyebiliriz. Ve olduğumuzdan başka türlü başkalarına görünebiliriz. Ama içimizi biz biliriz. Ve içimizi ancak kendimize yalan söyleyerek yanlış tanırız. Ama o iç yine kendini belli eder. Onun için zaten iç dış ayırımı bile çok doğru değildir; zahiri olmayanın batını, batını olmayanın zahiri yoktur.

Biz ehli dünyanın böyle bir..

Estağfirullah, hepimiz ehli dünyayız da; dünyaya dünya kadar veya dünyaya dünyada kalacak kadar ahirete de ahirette kalacak kadar ehemniyet vermek lazımdır. Ancak tabi dünyayı da ahiretin tarlası olarak ifade edip öyle algılayıp burada bol bol ekmek ahirette de bol bol biçmek olarak görürsek o zaman daha rahat ederiz.



Şimdi iç ve dış, zahir ve batın; bunu daha da genişletirsek dünya ve ahiret hakikatte kaldırmak lazım. Bu ayırımlar ne yazık ki o kadar kat-i sınırlarla korunmuş ki mesela ölmeyi bile Allah'a gitmek olarak anlatanlar var. Algılayanlar var. Allah öbür dünyada mı diye sorunca da cevap veremiyor ama. Bu dünya da Allah'a kavuşmayan nefsiyle kalan ölmekle Allah'a kavuşmaz. Ancak bu dünyanın bir masiva tarafı vardır; bu masivadan kurtulmak Resülullah Efendimizin tabiriyle "Refikıl Ala'ya Gitmek" masiva serbestliği sağlar bize. Bu sözün, Efendimizin bu mübarek sözünün yansıması olarak çok güzel tasavvufi bir tabir vardır. Kılıç kından sıyrıldığında daha keskin olur. Kın bizim dünyada ki halimizdir, ölmek denilen hadise bu kından sıyrılmaktır. Onun için tasarrufat-ı evliya devam eder. Hem de daha keskin olarak. Efendim bunun şeriatta yeri var mıdır, yok mudur? Fazla bunların münakaşası asırlardır yapılmış artık ben bu münakaşanın taraftarı falan olmak istemiyorum. Yalnız şunu söylüyorum: Ahret tedarikin gördüm diyenler, Er yarın Hak divanında bellolur.

Eyvallah. Peki Efendim, bir dinleyicimizin kaderle ilgili bir sorusu var. Bir kere bu kader meselesini ele almak, bunu bir çerçevede konuşmak bizim düşündüğümüz bir meseleydi aslında, daha önce bir program içinde geçti ama müstakilen kader meselesini konuşmadık. Mesela kimin kiminle evleneceği kader ile mi gerçekleşir yoksa insanlarında çabaları söz konusu mudur? Özellikle bu kardeşimiz bu evlilik meselesini sormuş ne hikmetse. Şimdi Efendim isterseniz, müsaade ederseniz bu kader meselesini bir de bizim çerçevenin el verdiği şeyde konuşalım çünkü hani kaderin de konuşulmayacak şeyleri vardır. Ve birde oturmuş temiz zihinleri de bulandırmak vardır bir taraftan da hani. Haşa sizi..

Yok. Estağfirullah! Estağfirullah! Allah bizi yanlışlıklardan muhafaza buyursun.

Yok Konu netameli onu diyorum.

Konu netameli. Konunun netameli olduğunu Hz. Ali gibi ilim şehrinin kapısı bile söylüyor. "Şeytanın en ziyade at oynattığı saha kader sahasıdır" buyuruyor Hz. Ali Efendimiz. Hz. Ali bu daha ötesi yok işte. Keza..

Daha ötesi Efendimiz.

Tabi ki. O amenna da. Ama bak Efendimiz bile Allah tarafından ne deniyor "Yes'elûneke Anir-ruh: Sana ruh hakkında sual sorarlar". Yani şunu - sevgili kardeşimize öyle demek istemiyorum da - ruh, ahret, kader, kaza, irade meselelerinin çok kurcalandırılması biraz şeytan oyunudur. Onun için bu konulara başlarken Allah'ın emrettiği şekilde "Şeytanla mücadele etmeyiniz, sadece bana sığınınız". Yani siz mücadele edemezsiniz diyor. Ne yapacağız peki. Nasıl sığınacağız. Lisanen "Euzu billahi mineşşeytanirracim" diyeceğiz, dedik ve Rabbimize istiaze edeceğiz, sığınacağız. Bu konulara başlarken, mutlaka. Her konuda besmele ve istiaze lazım ama bu konularda özellikle lazım.

Çok lazım olacak bize.

Evet çok lazım. Şimdi ruh da aslında "Ruhun mana ve mahiyeti hakkında sana sual sorarlar Ey Habibim". "Bunun hakkında bize çok bir bilgi verilmemiştir ama ruh Rabbimin bir emridir". Burada ki emir nedir? Şunu yap bunu yapma emri değildir ki. "Emr" var. Yani şimdi bak Arapça da ne diyorlar mesela; bir memleketin valisine "Emir" diyorlar değil mi? Yani emir sahibi. Nedir o? Hüküm sahibi. Yani ruh Rabbimin bir hükmüdür.

Bir tasarrufudur.

Tasarrufudur, hükmüdür, emridir. Ve bunun hakkında bize az bir bilgi verilmiştir. Yani hiç bir şey verilmemiştir değildir haa, ama ancak azıcık bilgi verilmiştir. Peki bunun bağlantısı ve yansıması diyebileceğimiz irade-i cüzziye ve irade-i külliye bunun bağlantısı olarak da kaza ve kader. Bizim bileceğimiz nokta şundan ibarettir. Kader Allah'ın her şeyi biliyor olması demektir. Olmuş veya olacak. Kaza bu biliyor olmanın ortaya çıkması, vücuda gelmesi, başa gelmesi demektir. Bu kadar. Bunun dışında "ben yaparsam mı olur yoksa..." bu kadere girmez. Bu irade meselesidir. İrade-i külliye, irade-i cüzziye veya irade-i rabbani, irade-i abdi yani Rabbin iradesi, kulun iradesi.

Yani şu mu Efendim? Kader Allah'ın her şeyden haberinin olmasıdır. Kaza ise var olan bu bilginin hayata geçmesi?

Evet. Hayatta karşımıza çıkması, olması. Sadece bu kullar ve insanlar hakkında - kul dediğimiz zaman bunun içine cinler de girer. Yani ibadet mükellefiyeti olduğu için. "Ben cinleri ve insanları bana ibadet etsinler kul olsunlar diye yarattım" var ya ama bir de melekler var. Bak ne diyor, Esteizu billah: "Veteral Melaikete haffine min havlil arşi yüsebbi hune bihamdi Rabbihim ve kudiye beynehüm bilhakkı". "Ve kudiye" ne demek?

Hükmedildi.

Kaza edildi. İşte "Kaba" o. Yani "z", "dat" harfiyle yazıldığı için coğrafya itibariyle İran'dan sonra "dat" harfinde "z" sesi hakimdir. Arap fonetiğinde "d" sesi hakimdir. Yani onlar kaba derler, Acemler kaza derler, Araplar ramadan derler, Acemler ramazan derler. Bizde ramazan demişiz. Yoksa ne ramazandır ne ramadandır. Ramezandır (Tam telaffuz için sohbeti dinleyiniz). Bir de remezan diyorlar remezan temelli yanlış. Çünkü Arapça da "re" sesi yoktur. "Ra" sesi vardır, birde "ri" sesi vardır. "Re" sesi yoktur, remezan olmaz. Ramezan olur. Neyse. Ama bir de bunu "doğrusu budur" diye iddia etmiyorlar mı, ona bayılıyorum işte. Kardeşim bir de iddia etmeyin, ben böyle biliyorum diyin bitsin gitsin.

Şimdi melekler hakkında dahi, kaza var. Yani onlarında başlarına bir şeyler geliyor. O başlarına gelen şey kaderden hariç değil. Yani Allah'ın biliyor olması. Burada insanların yanıldığı nokta ne. Kader sahibi olan Allahü Zülcelal seni bir şey yapmaya mecbur mahkum ediyor diye algılıyoruz. Böyle algılıyoruz. Ama dikkat edin burada bir incelik daha var. İşimize gelmeyen işlerde "kaderim böyleymiş" diyoruz. İşimize gelen işlerde "ben hak ettim" diyoruz. İyi para kazandın ticaretin iyi gitti "başarılı bir iş adamıyım ben" diyorsun, iflas edince "Allah böyle yazdı" diyorsun. Hapishaneye giren - ha şunu da yalnız hemen söyleyeyim hakikaten hapishanelerde hep suçlular bulunmaz. Bazen nahak yere - çünkü adaletin zahiren tecellisi ispat ile olur. İspat vasıtaları hukukun belirlediği usullerdir.

Hazreti Ali Efendimizden bir Yahudi alacak iddia etti. Ve kadıya çıkmak mecburiyeti hasıl oldu. Hazreti Ali dediki "Evet borcum vardı, ödedim" peki "Kağıdın var mı" diye sordu kadı - Meşhur Kadı İyaz - "Yok ama parayı verirken oğullarım vardı, Hasan da vardı Hüseyin de vardı yanımda" dedi Hazreti Ali, "Ya Ali" dedi Kadı İyaz "Alacak ve verecek davalarında evlattan şahit olmaz, biliyorsun". Bu bir kaide bunu Hazreti Ali de bozamaz. "Başkada bir belgem yok, buda alacak iddia ediyor, peki öderim o zaman bir daha" dedi. Hazreti Ali'nin bu ifadesi bu tavrı üzerine o adamcağız İslam ile müşerref oldu - o işin ayrı tarafı ama ispat özel usullerle oluyor. Bazen hakikaten haklısın Allah indinde de kul indinde de ama delilin yok. Ne oluyor mahkum oluyorsun.

Delil yetersizliğinden mahkum oluyor.

Delil yetersizliğinden beraat edersin o ayrı mesele de. Onun için onlar kader kurbanı. Ama bunun dışında çekmiş kafayı gitmiş adamı vurmuş "ben kader kurbanıyım". Ne münasebet. Nefsinin kurbanısın sen! İşte biz başarıları kendi benliğimize, başarısızlıkları kadere dolayısıyla Cenab-ı Hakka yüklemek gibi büyük bir günah-ı kebair içindeyiz.

Ayette var zaten Efendim. Başlarına iyi bir şey..

Musibet isabet edince kendinizden hasenat isabet edince Rabbinizden bilin diye var. Var ama biz tersini yapıyoruz. Yalan mı? Bugün topluma bak. "Kaderim bu" diyor. Ne münasebet. Tembellikten kaynaklanan fukaralık kader değildir. İşte orada irade-i külliye ve irade-i cüzziye meselesi ortaya çıkar. Yani bunlar birbirinden ayrılmaz bütünlerdir. İrade-i Külliye kaderin yerine getirileceği yani kazanın kaza edileceği, kaderin kaza edileceği Rabbani bir iradedir. Ve böylelikle sen kendini irade-i külliyenin dışında bir kudret sahibi zannedemezsin. Fakat irade-i cüzziye'yi inkar edersek mükafatı ve mücazatı neyle anlatacağız. "Namazı bana Allah kıldırıyor ama Cennet'ine koyuyor", "Rakıyı bana Allah içtiriyor ama Cehennem'ine koyuyor" diye Allah'a adaletsizlik isnat ederiz. Öyle ise irade-i külliye de vardır, irade-i cüzziye de vardır. Bu mutlaka bir insanda şu şekilde öteki insanda şu şekilde vardır değildir, seviyeye göre değişir.

Eyliyaullah da, Evliyaullah'ın bir kısmında, bir sınıfında daha doğrusu "Onların attıkları adım, Onların tuttukları el Ben olurum" mealindeki hadisi kutsi var ya o nevi Zevat da irade-i cüzziye yoktur.

Ne olmuştur?

İrade-i külliye de kaybolmuştur (tamamen teslim olmuştur). Onda irade-i cüzziye var demek küfürdür benim gibi sokaktaki lalettayin bir insanda da irade-i cüzziye yoktur demek küfürdür.

Hakikaten insan duruyor burada. Hatta programı durdurup da düşünmek gerekiyor gibime geliyor. Yani irade-i cüzziye'nin irade-i külliye içinde yok olması onun içinde eriyip kaybolması..

Valla daha ileri gidelim o zaman, madem düşünsünler o zaman. Bekabillah ne?

Fenafillah.

Bırak fenafillahı.

Onu bile anlamıyoruz yani.. Fenafillah bile :)

Bekabillah ne? Allah'ı bir cisim ve kendimizden gayri gördüğümüz için anlamıyoruz. Farkında olmadan biz beden olarak cisim ve yoğunluğa mahkum olduğumuz için Rabbimizi öyle telakki etmeye çalışıyoruz. Onun için anlamıyoruz. Bize şah damarımızdan yakın olduğunu anlamıyoruz. Mesela seyri sülük tasavvufun en önemli - en önemli değil tek önemli şeyi. Başka bir önem yok yani. Onu bile Allah'a yolculuk olarak anlatıldığında o yolun başındaki kardeşler bile Allah sanki bir yerlerde bir ona doğru gidiyoruz zannediyor. Şuuu'ur meselesidir şuu'ur. Rabbül aleminin bize yarattıklarına şah damarımızdan daha yakın olduğunun şuuruna yükselmeye Allah'a kavuşmak denir. Ölmek değildir Allah'a kavuşmak. Bak şimdi başka yerden başka yere geçiliyor mecburen yani irade-i külliye irade-i cüzziye onları düşünedursunlar arkadaşlar, kardeşler. Şunu söyleyim:

Arafat nedir, arafat? Kelime manası ne arafatın?

Araf marifet kökünden aslında geliyor..

Bilmek.

Bilmek evet.

Bak şimdi. Dikkat et haccın menasikına. Arife günü ne yapıyoruz? Yani o işleri yapmayan hacı olamıyor dimi? Bir kere evvela Arafat'ta duruluyor mu? Sonra ne oluyor? Müzdelife'ye geçiliyor. Biz Müzdelife diyoruz o mevkinin ismi olarak. Allah ne diyor oraya? Ne diyor Allah? Meş'ar'il Haram diyor mu? Öylemi? Sonra nereye gidiyoruz? Mine'ye. Ne yapıyoruz Mine'de? Kurban kesip Şeytan taşlıyoruz. Sonra nereye gidiyoruz? Farz tavafı. Dört kademe mi? Yani bunlar olmazsa olmaz. Yani Müzdelife Vakfesi, Mine'de kurban kesme, Arafat'ı olmayanın haccı olmaz, ömür boyu da farz tavafını yapabilirsin. Sadece farz tavafını yapana kadar eşler birbiriyle kardeş hayatı yaşar. Bundan ibaret başka bir yasağı da yok.

Arafat. Şimdi tekrar gelelim. Arafat. Bilmek, öğrenmek, o bilgiyi almak; yetmiyor. Oradan Meş'ar'il Haram'a gidiliyor. Meş'ar ne demek? Şuurlanma demek. Haram muhterem demek. Bilgi, asla yeterli değildir. Ama şuurlanmak bilgisiz olmaz. Onun için evvela Arafat. Arafat'ta bilgi sahibi oluyoruz. Bunlar sembollerdir. Arafat'a devede çıkıyor, otomobilde çıkıyor. İnsan şeklindekiler de çıkıyor. Ben insandan bahsediyorum insan şeklindekilerden değil. Kusura bakmasınlar. "Efendim o mübarek yerlerde herkes muhterem" yok öyle bir şey. Bu insan üstülüğü ve fevkaladeliği bırakın. İnsan her yerde insandır.

Kabe avlusunda yeleğin cebini falçatayla yırtıp cüzdan çalan adamda Kabe avlusunda işte. Yan kesici. Allah rahmet eylesin gani gani. Hafız Zeki Altun abimizin oğlu Muhsin benim arkadaşımdı Allah rahmet eylesin. Bu adam Balkan Şampiyonu pehlivanlıkta. Muhsin rahmetli. Bir umre ziyaretinde veya hacda olabilir. Ne yapıcam yapıcam, kimseyi itip kakmadan - çünkü bizim büyüklerimiz bize hep öyle tembih ettiler. Kabe avlusunda birini itip kakarsanız insana hürmetsizlik ediyorsunuz, Kabe'ye hürmet edecem derken.

Edep yahu yani..

Maalesef orada çok hürmetsizlikler oluyor. Dirsek vuruyor neymiş Hacer-ül Esved'i ziyaret edecekmiş. Hz. Peygamber kime dirsek vurup da Hacer-ül Esved'i ziyaret etmiş. Müsait bir an bulursam kendime - ama zaten kendini o dalgaya koyveriyorsan seni oraya sürüklüyor, ikinci üçüncü şaftta denk gelir inşallah. Neyse. Demiş Kabe örtüsüne tutunup dua edeceğim. Tutunmuş Allah rahmet eylesin Sevgili Muhsin Kardeşimiz. Tabi İstanbul çocuğu usulü erkanı bilir. Bakmış arkasından biri yokluyor, hem böyle göğüs cebini - yani entari var üzerinde de yelek var. Tutmuş elini itmiş. Ama yüzünü çevirmiyor. Yüzünü de yapıştırmış Kabe örtüsüne. Tek elini - pehlivan adam ya tutmuş atmış elini. Ama inatçı hırsız cüzdan dolu çünkü; bir daha denemiş. "Ulan dünya malı yüzünden duamı bırakmayacam sözümden de dönmeyecem, çalmazsan hatırım kalır lan" diyor içinden ve "Yarabbi onunda kusuruna bakma" diye dua ediyor. Buda Kabe avlusundaki hırsızlık. Onun için ben kimseye hakaret etmiyorum. Hakikatleri öğretmeye çalışıyorum. "Ha sen kendin çok biliyorsun sanki" diyebilirsiniz.

Estağfirullah.

Bilmiyorum, bildiklerimi öğretmeye çalışıyorum. Onun için Arafat'ta da insan suretinde bir sürü hayvan bulunur. Gayet açık söylüyorum. Bunlar bilgilenmezler ki şuurlansınlar. Ben bilgilenenlerden bahsediyorum. Arafat'ta arif oldun mu? Yani bilgilendin. Ama yetmiyor, ne olacak? Meş'ar'il Haram'a geçip "eşedde zikra!" yani Allah'ı ana babanı andığından çok daha şiddetli bir muhabbetle anacaksın. Ne olacak böylelikle şuurlanacaksın. Muhterem bir mevkide. Bitti. Sonraki Müzdelife vakfesi. Velev ki sabah namazına kadar olsa, velev ki İmam-ı Malik Hazretlerinin buyurduğu gibi elindeki paketi yere bırakıp kaldıracak kadar bile olsa o mevkiden geçtin mi olur. Sonra ne oluyor. Mina'ya gidiyorsun. Bak dikkat et. Mina yani yok olmaya. Nereden yok olmaya? Benliğinden yok olmaya. Çünkü bilgilenmezsen şuurlanamazsın, şuurlanamazsan benliğinden yok olamazsın. Ve bunun ifadesi olarak içindeki Şeytanları, Hannası dışarıya atıyorsun. Şeytan taşlamak o demektir. İçindekini dışarı atmak demektir. Ayrıca da Şeytana Eyvallah demediğini belli ediyorsun. Vee benliğinden kurtulmak. Yok olmak için kurbanı o mevkide kesiyorsun. "Efendim Hz. İbrahim orada kesti" yav o sembol. Bu işin sembolü budur ve bütün bunları yaptıktan sonra tevhidin merkezi olan Kabe'yi tavaf ziyaretine gidiyorsun.

Birin etrafında dönüyorsun.

Etrafı bile değildir o!

Bir de dönüyorsun.

Bir de dönüyorsun. İşte bunu böyle anladığın zaman "ben gayret ettim, para kazandım, cart ettim, curt ettim, hacca gittim, aferin bana" dediysen gitme. Beni Rabbim bu işleri yapmaya kabul buyurdu. Muvaffak kıldı. Ona namütenahi hamdü sena olsun diyorsan Allah tekrar tekrar nasip eder zaten.

İşte kaderde, - "kaderde hacı olmak varsa olurum, yoksa olmam" bunu hep gitmeyenler söylüyor farkında mısınız? Adam zengin, malı mülkü sağlığı sıhhati yerinde ama yaz tatiline maldiv adalarına gidiyor ama hacca gitmiyor. "Ne yapalım kısmetim değilmiş".

Hazır değilim diyorlar birde Efendim.

Hazır olmazsan Allah emretmezdi. Oraya özel bir hazırlık gerekmez. Üzerine farz olduğu andan itibaren ki bu her sene değişen şartlara göredir. Yol emniyeti, sağlık, mangır şu bu hepsi. Zaten bizim memleketimiz uzak olduğu için para konuşuluyor. Hac sadece Türkiye'dekilere mahsus değil kardeşim yaa. Adam Taif de oturuyor 60 - 70 km, veya Cidde de oturuyor 90 km. E yürüyerek de olsa gidecek yav. Para lazım değil ki buna.

Onun için kaza kader, irade-i cüzziye irade-i külliye, bunları anlatırken Rabbül Alemin'in her şeyi biliyor olmasını fakat bu biliyor olduğuna bizi mahkum etmemiş olduğunu bilmek, kazanın başa geldiğini bilmek bide irade-i cüzziye nedir, irade-i külliye nedir - onuda bir misalle anlatmaya çalışalım. Çünkü ancak bunlar benzetmelerle, sembollerle atlatılacak şeylerdir; maddi meseleler olmadığı için.

Bizi bir gemiye koydular sormadan. Bu gemi transatlantik olabilir, şilep olabilir, tanker olabilir, şehir hatları vapuru olabilir, lüks bir yat olabilir, küçücük bir kayık olabilir. Bu gemiye yani bu vasıtalara koyan sormuyor bize. Yani sen dünyaya gelirken sordular mı? Bana da sormadılar. Kimseye sormuyorlar. Bu şekilde koydular. O geminin içinde, o teknenin içinde, o kayığın içinde hareketlerinde serbestsin. Normal şehir hatları vapurundan bakalım, İstanbul'dan bakalım işe. Altta oturabilirsin, üst güverteye çıkabilirsin, yandaki parmaklıklarda oturabilirsin, ayakta durabilirsin, aşağı inersin yukarı çıkarsın, kaptanla ara iyiyse kaptan köprüsüne çıkarsın. Her şeyi yaparsın. Ancak gemi nereye gider? Kaptanın dediği yere gider. Senin orada bir iraden var mı?

Yok.

İşte senin irade-i cüzziyen o gemi kadardır. Ama geminin kaptanını isterse falanca iskeleye, isterse filanca iskeleye yoldan gider. Karışabiliyor musun?

Yok. Rotası hakkında herhangi bir şeyimiz yok.

İşte Allahü Zülcelal'in seni bindirdiği geminin rotası da kaptanı da Allah'tır. Sen o geminin içinde ancak meşru miktarda yürüyebilirsin. Bundan ibarettir. İrade-i cüzziye senin o teknenin içindeki hareketindir. İrade-i külliye la teşbih kaptanın hareketidir.

Anadolu da hayvan beslerlerken veya tarla ekerlerken bineklerine biner ahali, gider tarlasına hayvandan yükünü indirir, sonra hayvanın ayağına - özellikle eşek, at, katır cinsinden - hayvanın ayağına bir ip bağlar. Bir de o ipi ya bir kazığa - mesela açık bir tarlaysa - ya bir kazığa bağlar öteki ucunu. O at, o ipin yarı çapı olduğu daire kadar bir alan içerisinde serbesttir. Öylemi? Onun dışına çıkamaz. Neden? Ayağında ip bağlı.

O alanda dönebilir.

O alanda dönebilir. Yatar, oturur, otlar, su içer, ipi gerer gevşetir.

Son sınırına kadar da gidebiliyor.

Gidebilir.

O sınırı hiç kullanmayabilir de.

Kullanmayabilir. İşte o kadar. İşte bizimde kimimizin ipi uzun, kimimizin ipi kısadır.

Biz kendimiz o ipi uzatamayız değil mi Efendim? Çalışarak, çabalayarak.

Hayır. Sadece ufkumuzu genişletip ucunun zannettiğimiz kadar kısa olmadığını görürüz. Zannettiğimiz miktarda ki ipin yarı çapı ile hareket sahamız bundan ibarettir. İşte irade-i cüzziye bundan ibarettir.

Bunun için dede o atın bir bilgileri var değil mi? Mesela dikeni yemiyor, neden? E ağzına batıyor. Ama deve olsa yer. Çünkü devenin ağzına diken batmaz. Onun dudak yapısı özeldir.

Batmaz mı Efendim?

Evet batmaz. Deve diken yer. Diline ve dudağına diken batmaz devenin. Atın böyle bir bilgisi var değil mi? Veya idrarını yaptığı yerde başını koyup uyumaz. Böyle böyle bilgisi var. İnsanlara da böyle bilgiler verilmiş. Peygamberler vasıtasıyla, onların yapılarında ki Cenab-ı Hakkın verdiği cevher vasıtasıyla bilgiler verilmiş. Bu bilgiler muvacehesinde o yarıçapını irade ipinin oluşturduğu saha içinde serbesttir. Ama o bilgilerin içinde namaz kılmak var kılacak, içki içmemek var içmeyecek, hırsızlık yapmamak var yapmayacak, oruç tutmak var  tutacak, ama işte o dairenin içinde. Allah kimimizin ipini kısa, kimimizin ipini uzun, kimimizin tarlasını düz, kimimizinkini engebeli yapmıştır. Bunu değiştirmek elimizde değildir. İşte irade-i cüzziye ve külliye adeta bu demektir.

Şimdi arkadaşımız demiş ki kimin kiminle evleneceği..

Bunlar çok spesifik meseleler. Elbette Allah'ın bilgisi dahilindedir ama Allah seni filancayla evlendirmeye mahkum etmez. Ancak olanda hayır vardır diye bir laf vardır. Madem ki olmuştur, buda hayırlıdır dersin geçer gidersin.

Şöyle bir yorum var Efendim. Bizim bir olayı, başımıza gelecek bir şeyi Allah'ın bilmesi o şeyi yapmak zorunda olduğumuz anlamına gelmez.

Mahkum değiliz.

Tıpkı takvimde diyelim ki yılın herhangi bir zamanında çok önceden güneş tutulması olacağına dair bir bilgi yazılır, ay tutulmasının olacağına dair bilgiler yazılır. Ve hatta şu anda yüzyıllar sonrasına dair böyle bilgiler hazırlanabilir. Denir ki 2083 yılında güneş tutulması, ay tutulması olacak ve en güzelde şuradan izlenebilecek falan. Sonuç olarak bu bilgiye bizim sahip olmamız güneşi yada ayı o tutulmaya zorlamaz.

Evet doğru.

Olacağını bildiğimiz için biz yazıyoruz. Mesela şöyle bir şey daha. Benim çok sık karşılaştığım bir şey. Fransa da, Fransa gibi büyük çoğunluğu gayrimüslim olan bir ülkede doğan bir insanın Müslüman olma ihtimali ile diyelim ki Türkiye gibi büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede doğan bir çocuğun Müslüman olma ihtimali aynı değildir.

Evet.

Dolayısıyla bir çocukta Türkiye demi, Fransa damı doğacağına karar veremediği için bir çocuk doğarken, bir insan doğarken Müslüman olma ihtimali de bir şekilde beraberinde gelir.

Doğarken Müslüman doğmuştur?

Tabi orayı düzeltiyorum şuurlandıktan sonra. Dolayısıyla bir çocuk Fransa da doğduğu zaman zaten ihtimal olarak Müslüman olması çok düşüktür. Türkiye de doğduğu zaman ihtimal olarak çok yüksektir. Bu nasıl açıklanabilir?

Hiç bir şekilde açıklanamaz. Seni öyle yaratmış onu öyle yaratmış.

Peki onun kafir olma suçu?

Suçu değil. Suç diye bir şey mevzu bahis değil orada.

Tamamda mesela gayrimüslim olacak.

Bi dakka. Allah ona akıl fikir vermiş mi? Muhammed Mustafa'dan da haberdar kılmış mı?

Ama benim kadar şanslı değil burada. Etrafıma bakıyorum, görüyorum.

Olabilir, onun ipi kısaymış.

Dolayısıyla bazı insanlar bazı imtiyazlarla doğuyorlar.

Hayır. Sen Türkiye deki anası babası Müslüman çocuğun çok Müslüman olduğunu mu zannediyorsun. Taklitten ibaret bir sürü adam. Açma o bahisi. O iyi bir bahis değil.

Şimdi. Allah kulunu yarattığı zaman ona muvahhit olma cevheri vermiştir. Birlemek. Kalkıp anasının babasının papazını taklit etmesin. Şimdi Fransa'dan misal verdin de orta doğudan neden misal vermiyorsun. Şam da Beyrut da, Halep de, Kahire de anasının dini kadar Hristiyan var. Niye Müslüman olmuyorlar? Bunun ihtimalle , kaderle, kazayla ne alakası var. Kendi kabahatleri. Dolayısıyla böyle ihtimaller diye bir şey mevzubahis değildir.

Bir kere madem ki insandır Allah'ın üfürdüğü Ruhundan hisse vardır. Bundan dolayı da yaratıcısını doğru olarak bilme ve bulma cevheri vardır. Bu cevheri de işletecek nefsine uymayacak Allah'ı birleyecek. Resülullah Efendimizden haberdar olduğu zaman ise onun tebliğinden varlığından değil, Peygamber olarak kabul edip tetkik ettikten sonra iman edecek bitecek işi. Böyle yapmadı nefsine uydu, görgüsünü din zannederek devam etti. Elbette mesul olacak. Dolayısıyla burada Cenab-ı Hakk adaletsizmiş gibi bir netice doğar, Allah korusun.

Ayrıca biz kendimize bakalım. Piyango vurmuş. Şükür ediyor muyuz!

Valla o tamam. Bizim açımızdan piyango vurdu Efendim.

Ayrıca bütün dünyada artık Hristiyanlığı ve Museviliği de ehli kitap olarak kabul etmek durumundayız. Yani bizim Kitabımız öyle çünkü. Onlar mı çok putperestler mi çok dünyada? Halihazırda? Putperestler çok. Dünyanın yüzde 65'i putperest. Yani Hristiyanlığı putperestlik saymazsak eğer Yahudilerle beraber. Dolayısıyla  yani aşağı yukarı 6 küsür milyarın 4 milyarı putperest. Bu kadar çok! Bırak Hristiyan Musevi olmayı. Putperest  herifler. Ha onun içinde çok ince ayırımlara girmesek bile genelde böyle bir çokluk var. Bu bir piyangodur yani büyük ikramiyedir. Bunun kıymetini bilip şükrünü eda etmek durumundayız. Dolayısıyla bir başka yerde doğmuş olmak - Kaptan Kusto Fransız. Müslümanlara bile yok gösterecek bir Müslüman oldu adamcağız. Roje Garodi Allah rahmet eylesin. Yani o kadar çok var ki. İsim saymakla bitmez.

Paris Camii imamı Ebubekir Efendide çoook önemli bir yirminci asır alimidir. Cezayirli ve çok önemli bir zatı şeriftir. Yani Cezayir şehrinde Arap çocuğu veya berberi çocuğu olarak doğup Papaz olan, Paris de Papaz çocuğu olarak doğup Evliya olan insanlar vardır. İşimiz çoğunluğa bakarak hükmetmek değil, doğrulara göre hükmetmektir. Zahire göre hükmetmektir. Dolayısıyla şans diye bir şey - Allah kullarına şans vermekte de, şunda da bunda da asla adaletsiz davranmamıştır. Herkesin imtehanı kendine göredir. Müslüman bir ailenin çocuğu ve Müslüman terbiyeyle büyümüş olmanın şükrünü eda edememek, gereğini yerine getirememek belki de gavur çocuğu olmaktan zararlıdır.

Allah hakkımızda hayırlısını kolayından ihsan etsin. Mutlaka kolaylık dileyelim. Dualarımızda sadece hayır dilemeyelim. O hayıra ulaşmanın da kolayını ihsan etmesini Rabbimizden dileyelim.

Eyvallah Efendim. Çok teşekkür ederiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder