Efendimiz Aleyhisselatuvesselam'ın miracı Kur'an-ı Kerim ayetleriyle sabit olan bir olay, gerçekleşmiş vuku bulmuş bir olay.
Miraç hakkında ayet yoktur derler. Biraz Sure-i Necm'in metninde değil derinliğine dalarlarsa Kur'an'da yoktur diyenler, - Sure-i Necm, İsra değil - Necm'den baksınlar bulurlar. Sidre-i Münteha'nın ne olduğunu nasıl geçildiğini vesaireyi anlarlar o zaman.
Fe kane kabe kavseyni ev edna..
Hala Kur'an'da yoktur diyor. Bu ne, bu ne peki?
Evet. Şimdi efendim önce kısaca bize miraçtan söz etmenizi rica etsek, ondan sonra miracın bize getirilerinden, miracın bize neler getirdiğinden ve miracın bize dönük yüzünden söz edelim dilerseniz.
Miraç kelimesi merdiven, yükselme, uruc etme gibi bir kökten, uruc kökünden geliyor. Yükselme demek. Şimdi maddi midir manevi midir meselesi. Bakın miracın evveli esradır, yani gece yürüyüşü, gece gidişi. Orada kelimelerin doğru manasını bilmek lazım. Abd kelimesi var. Abdiyet kime aittir? Kime abd denir? Yaratılış sebebini anlatan ayeti kerimede "Ben cinleri ve insanları bana kul olsunlar diye yarattım" "Ve ma halaktul cinne vel inse illa li ya'budun" yani abdiyet ruh meal-cesettir. Vefat edince namaz niyaz bitiyor. Tamam bitti iş. E ruh bedene girmeden evvel vardı, bezm-i elest'te kim cevap verdi, Rabbül Alemin'e? Vardı. Ama abd değildik. Yani abd demek ruh meal-ceset.
Dolayısıyla Sure-i Esra da Allahü Zülcelal "Ben kulumu Mescidi Aksa'dan aldım Mescidi Haram'a götürdüm" diyor ise kul kelimesi abd kelimesi orada yeterlidir. Yani Esra Hadisesi ve bağlı olarak Miraç Hadisesi manevi batıni batıli filan değildir. Bildiğin Muhammed İbni Abdillah Aleyhisselatuvesselam kudretullah ile Kabe avlusundaki alazadesinin evinde istirahat etmekteyken Allah'ın bildiği bir vakit içinde, yani Saba Melikesi Belkıs'ın Hz. Süleyman tarafından "tarfetül'ayn" yani bir göz açıp kapayıncaya kadar Yemen'den Kudüs'e geldiğine ayetle sabit görüyor da, bir aynı zaman Allah'ın bildiği bir zaman - yani göz açıp kapama bir ifadedir, göç açıp kapama bile uzun bir zamandır Allah'ın kudreti yanında, bunlar biz anlayalım diye söylenmiş sözler bunlar. Miraca da gitmiştir bütün o anlattıklarını da anlatmıştır vesaire.
"Efendim işte geldiği zaman yatağı soğumamıştı" yani geldiğinin gittiğinin sadece şuurunda. Şuur başka bir şey yatak niye soğusun. Bunlar büyük ninelerimizin biz sokakta oynadığımız zamanlar, çember çevirdiğimiz zamanlar bile değil yeni yeni yürümeye başladığımız zamanlar bize anlattıkları bilgiler bunlar. Niye bu seviyede kalıyoruz, miracı ve esrayı öğrenmek için. Kabahat bizde, böyle bir şey yok. Dolayısıyla yatağı soğuduydu yok şu olduydu, bunların hepsi ifade gençlere gençlere bile değil çocuklara öğretmek için ifadeler. Allah'ın kudreti Muhammed Kulunu ve Resülünü Kabe'den yani Mescidi Haram'dan almış Mescidi Aksa'ya götürmüş oradan ila maşaallah yaradılmışlığın hududunu teşkil eden Sidre-i Münteha'nın da dışına çıkmış oradan tekrar avdet buyurmuştur. Ondan bize namaz gelmiş elli vakitmiş beş vakitmiş bunlar her zaman konuşuluyor. Biz bunları konuşmayalım. Çünkü bunlar artık sakız. Herkesin ağzında. Başka şeyler var. Dile gelmeyen, merakı kurcalayıp insanları bir şeyler tetkik etmeye itmeyen bazı hususlar var. Biz onları konuşalım.
Bir kere şu bilinmelidir ki miraç Efendimizin yegane miracı değildir. Resmi miracıdır. Efendimizin resmi olmayan miraçları da vardır. Bu biraz ehil olduktan sonra öğrenilecek bazı özel kitaplarla okunacak öğrenilecek şeylerdir. Ama şu bilinmelidir, Efendimizin miracı tek değildir; bilinen 27 Recep'teki gece olan hadise resmi miraçtır.
Hz. Mevlana bir şahitlik mevzuu ile ilgili bir şey anlatırken, malum İslam hukukunda hürlerin şahitliği geçerlidir, kölelerin şahitleri geçerli değildir. Hürriyeti tarif ederken Hz. Mevlana, Efendimizin miracından haber veriyor. Misal veriyor. Yani Hz. Mevlana gibi bir Zatı Şerif bilmiyor, bir takım takvim arkası okuyup Şeyhül İslam kesilenler biliyor. Böyle ucuz bir şey değil bunlar canım. Hürriyet ancak Efendimiz Aleyhisselam'a mahsustur. Çünkü biz ne kadar hür olursak olalım, gidebildiğimiz yer ile sınırlı olarak hapisteyiz. Ama iki cihan serveri Efendimiz yaradılmışlığın hududunun dışına çıkmıştır. İşte hür diye O'na derler. Dolayısıyla O'nun şehadeti makbuldür. O La ilahe illallah diyorsa sadece O'ndan dolayı biz La ilahe illallah deriz diyor Hz. Mevlana. Bir kere O böyle anlatıyor.
Süleyman Çelebi Hazretlerini lalettayin bir şair olarak görmekte fevkalade yanlıştır. Süleyman Çelebi Hazretleri Emir Sultan Hazretlerinin dervişidir. Yani Nurbahşiyye dervişidir. Bugün Türkiye de devamı kalmamış, zaman içinde Emir Sultan Tekkeside Nakşibendiyeye dönüşmüştür falan filan. Ama Nurbahşiyye, Muhammed Nurbaş Hazretlerinin kurduğu bir yani piri olduğu bir tarikattir. Emir Sultan Hazretleri de Bursa da bunun büyük bir şeyhidir. O'nun dervişidir. Ayrıca Yıldırım Bayezit Han'ın Niğbolu Zaferinin ganimet hissesiyle kendi cebinden yaptırdığı Ulu Caminin ilk imamı ve hatibidir. Düşünün ki Hamidi Veli gibi Molla Fenari gibi Zevatı Kiramın olduğu bir toplum kesiminde Cami Kebir İmamı ve Hatibi. Kazara bir yanlış laf söyledimiydi, Molla Fenari var ki Molla Fenari Hazretleri çok da asabi bir Zattır yani. Katiyen yanlışlığa müsaade etmez. Öyle bir Zat. Ve Molla Fenari Hazretlerinin dahi iltifat ettiği ve açılış konuşmasını O yapsın dediği Hamidi Veli var. Sonuncu O. Onların yanında onlarla beraber bir ilim adamıdır, Süleyman Çelebi Hazretleri. Ve mevlidine miraç bahri koymuştur. Ve mevlidin miraç bahri bir iki lügate bakarak miracı en kolay şekilde anlamamızı temin edecek metinlerden biridir.
Ayrıcada niçün şiir? Bakın bir çok büyük Zatı Şerif bazı mevzuları şiir ile yazmıştır. Bunun içine İbni Sina dahildir. İbni Sina'yı biz hepimiz doktor biliriz. Yani İbni Sina namına hastane var. Ama mesela bir İbni Sina namına felsefe kürsüsü ben yok biliyorum. Halbuki felsefe ve mantıkta İbni Sina Hazretleri doktorluğu kadar en az çok önemli bir zattır. Ama mesela bazı mantık ilmiyle ilgili meseleleri özel olarak şiirle yazmıştır. Çünkü şiirin kafiye ve vezinden doğan ahenkten kaynaklanan kolay ezberlenme hali vardır. Kur'an-ı Kerimin kendi gizli ehline aşikar kendi gizli ahengi dünyanın en kolay ezberlenen kitabı olmasını temin etmiştir. Hafız Efendiler Hazeratı fevkalade bak hep. Affetsinler Hafız Hanımlar beni. Ne kadar kötü bir alışkanlığınız var. Hafız Efendiler niye hafız efendiler? Hafız Hanımlar yok mu? Hepsinin ellerinden öperiz. Hafızlar demek lazım. Alıştırılmışız bu şekilde. Gayriihtiyari yanlış yapıyoruz. Hafız Efendiler. Niye Hafız Efendiler yav. Hafız Ablalar, Hafız Teyzeler, Hafız Kardeşler, Hafız Hemşireler nerede onlar, niye söylemiyoruz? Dolayısıyla Muhterem Hafızlar hepsi efendim. Onlar işte Kur'an-ı Kerim'in iç ahengini farkındalardır ve Onlar çok kolay ezberlemişlerdir.
Bunun yanısıra insanın icat ettiği kalıp vezin ve kafiye de kainatın ahengiyle paralellik teşkil ettiği ve tabii olduğu için nesir metinden daha kolay ezberlenir. İbni Sina bile en önemli bir mantık - çok zordur mantık ilmi - o ilim kolay kalsın diye kaidelerini şiir halinde yazmıştır. Süleyman Çelebi Hazretleri de miraç mevzuundaki bilgilerini mevlidi şerifin içine yani "vesiletün necat" isimli eserinin içine koymuş insanların aklında kolay kalsın diye. Tabi 600 sene evvel yazılmış bir metin olduğu için bir takım tabirler ve o günün Türkçesi bazı özellikler taşımaktadır. Ama bir iki lügate bakarak öğrenilir. Mutlaka artık kaç haftadır konuşuyoruz sevgili dinleyenlerle onlarda artık bizim kulak komşumuz, arkadaşımız oldular; mevlidin miraç bahrini mutlaka okuyalım. Oradan öğreneceğimiz çok şey var.
Mesela Kur'an-ı Kerim'deki Hazreti Adem'in yeryüzüne Allah'ın Halifesi olarak gönderilmesi iradesini beyan ettiğinde Meleklerin itirazları sırasında sarf ettikleri "Biz tespih ederiz, takdis ederiz" vesaire türünden. Şimdi "ibadet ederiz" bunların nasıl olduğunu anlatıyor Süleyman Çelebi. "Gök Ehlini gördüm" diye Resülu Kibriya Efendimizin ağzından oradaki ahvali anlatırken namazın şeklini de tarif ediyor. "Bir kısmı secdedeydi" diyor. "Bir kısmı rükudaydı, bir kısmı kıyamdaydı, bir kısmı kadedeydi" ve bunlar hep böyle devam ediyorlar tek hareketle. İnsan namaz kılmak suretiyle Gök Ehlinin teker teker yaptığı bu ibadet şekillerini iki rekatlık bir namaz içerisinde kendi zatında toplar. Bunu anlatıyor. Bak bak bak bak. Namazın ehemniyetini biz bir anlasak.
Bir Zatı Şerif'ten duydum. Cümleye aynen böyle başladı: "Namazın ehemniyetini bir anlasak yeme içmeyi unuturuz" dedi. Bırak para kazanmayı çalışmayı hevesin peşinde koşmayı, yeme içme aklımıza gelmez. "Karnımız acıkmaz" dedi. Namaz böyle önemlidir. Süleyman Çelebi işte oraya dikkat çekiyor. Bütün gök ehlinin ibadet şekillerini namazla insan kendinde topluyor. Sonra yine bir kısmı valehü hayran diyor. Vale hali bir haldir, hayranlığın çok ileri bir derecesidir. Tarif ederken lügatler değilde dil bilginleri, hamile bir hanımın hayranlıktan doğan şaşkınlıkla çocuk düşürme halidir diyor. Vale hali. Aaa diyor çocuğu düşüyor. Öyle bir şaşkınlık. O halde neyi seyrediyorlar? Cemalullahı seyrediyorlar. Tabi O'nu seyredecek kudret sahibi olmak lazımdır. Herkes seyredemez. Bunları anlatıyor.
"Resülullah Efendimiz şöyle gitti" bir başka bir mesele anlatıyor. Buda tasavvufla ilgilidir. "Ya Rabbi ben geri dönmem" dedi Efendimiz. "Miraçtayım, tamam artık dönmem dünyaya" Allahü Zülcelal "Olmaz" dedi. "Vazifen var döneceksin" Tabi Allah'ın emri, eyvallah dedi Efendimiz döndü. Bu seyri sülukü anlatır. Bir mertebeye geldim yükseldim bitti. Hint felsefesinin nirvanası gibi değildir, İslam tasavvufu. Turuku Aliyye böyle değildir. Bir yere gelinmez. Gelinir, dönülür, vazifeye devam edilir.
Seyri İlallah..
Ondan sonra Seyri Maallah. Minallah ve Maallah aşağı yukarı birbirinin içindedir zaten. Takip eder. Takip etmekten ziyade birbirinin içindeki küreler gibidir. Öyle bir kat'i sınırda yoktur zaten. Ayrı mesele, izah babında şeyler. Şimdi bir zatı şerif bir yere gelip "tamam benim işim bitti" demiyor. Neden? E Peygamberimiz demiyor çünkü. Miraçtan daha yukarıda bir yer yok. En yücelik orası. Ama yine geliyor ehli dünya olarak yine çoluktu çocuktu şuydu buydu harpti darpti hicretti. Tabi hicretten evvel oldu miraç. Bundan taaa sonra hicretler var, harpler var, neler var neler var.
Taif dönüşü oluyor. Tabi Hocam bütün bunları gördükten sonra dönmekte mesele değil mi?
Ama işte, elbette mesele. Cenabı Hakkın takati verdiği ihsan ettiği takat olmasa zaten olmaz. Ama o takate zemin hazırlayacak davranış biçimleri içinde olmakta insanın vazifesidir. İşte orada irade-i cüzziye ne kadar cüzzi ise. Tabi Efendimizin irade-i cüzziyesi ile sair enbiyanın, sair evliyaullahın, sülaha-yı müsliminin ve avamın iradei cüzziyesi aynı değildir tabi o ayrı mesele.
Şimdi tasavvufi kitaplar mevzuunda son dönemin en önemli mutasavvıflarından Türbedar Efendi Hazretlerinin Ahmet Amiş Efendi Hazretlerinin önemli bir lafı vardır, genel olarak bir takım tavsiyeleri onun dışında kendine bende olanlara özel emiri olarak "Tasavvuf kitabı okumayın" der. Çünki o yazılan tasavvuf kitapları o zevatı kiramın yolculukları sırasında yazılmış kitaptır. Daha sonra başka yere gittiler. Dönüp arkalarına baktıklarında o kitap hükümden kalkmıştı. Bunun içinde bazı istisnalar vardır. O istisnalardan biri Hazreti Mevlananın Mesnevi Şerifidir. O gidip geldikten sonra Mesneviyi yazdı diyor. Bu bir tabirdir. Şimdi Türbedar Efendi Hazretlerinin Ahmet Amiş Efendi Hazretlerinin haklı olduğuna delil tabi istemez ama hani sorgulayan olursa diye.
Çok tipik misal Eşrefzade Abdullah Rumi Efendimizdir. Müzekkin nüfusuna bir bakın bir de Divanına bir bakın. Bir yasaklar mecmuası gibidir adeta, Müzekkin Nüfus. Ama Divanına baktığınız zaman "Benim ol daimül baki, göründüm sureta insan" diyor. Bunu da herkes anlamıyor. Tabi.
Bu iki kitap aynı zatın mı diye inanamıyor değil mi efendim?
Evet evet. Yani şimdi, Şemseddin-i Sivasi Hazretlerinin Menakıb-ı Çehar-yar-i Güzini vardır. Orada Dört Halife Hazretleri hakkında bilgiler nakleder. Bir okuyun, çok alim bir Hoca Efendi Hazretleri. Bir de Divanını okuyun. "Hâk cemalin kabesini kıldı âşıklar tavâf, yerde kâbe gökyüzünde Beyt-i mâ'mûr olmadan" diyor. "Mest olanların kelâmı kendünden gelmez veli, Pes Enel Hak nice söyler kişi Mansur olmadan." Olduğundan fazla gözükenlerin de dizginini çekiyor. Aynı şiir içinde onuda söylüyor onuda söylüyor. Haaa onun için evliyaullahın nutku şeriflerini anlamak için ayrı bir yakınlık peydah etmek lazımdır. Zahiri bilgi ile evliya nutku anlaşılmaz. Yav evliya nutku anlaşılmazsa, o evliya nutukları ki hadis ve ayet mealidir; o zaman hadis ve ayet hiç anlaşılmaz, zahir bilgiyle. Yakınlık peydah edilecek. Bu kadar kolay. Bu yakınlık peydah etmek içinde emir yerine getirilip fiil yapılacak. Namaz kılmadan namazı anlamak mümkün değildir. İstediğiniz kadar kitap okuyun olmaz. Fiil olacak o zaman anlaşılır.
İşte miraçta böyle bir hadisedir. Çok doğru anlaşıldığı pek söylenemez, cemiyetin büyük kısımları tarafından. Doğru anlayan elbette var. Namazla çok sınırlandırılmış bir hadisedir. Namazla sınırlı değildir. Çok daha başka meselelerde içinde vardır. Namazda vardır amenna da onunla sınırlı değildir.
Efendimiz miraçtan avdet buyurduktan sonra anlattığında, Efendimizin izahında Hazreti Ebubekir orada yok. Bir vesile ile yok, neyse. Dinleyen müşriklerden bir kısmı işte malum Hazreti Ebubekir'in evine gidip Efendimizden bahsederek "Arkadaşın böyle böyle söylüyor" deyince "Kim söylüyor yav bunları" çünkü hakikaten pek inanılacak şeyler değil. Acayip acayip lakırdılar yani. Kudüse gitti de, oradan yukarı çıktı da, şöyle oldu böyle gitti. "Yav bunları kim söylüyor" "İşte O söylüyor" "Haa O'mu söylüyor, o zaman doğrudur" diyor kapıyor kapıyı. Bu da iman meselesi. Bize lazım olan bunlardır. Bu noktalardır. Sıddik nasıl oluyor, sıddik? Ebubekir sıddik nasıl oluyor? "O söylüyorsa doğrudur" işte iman buna derler.
Sorgulamadan..
O söylüyorsa doğrudur. Ha sorgulanacak şey şudur. Sen bana yalan mı söylüyorsun yani O'mu söylüyor yoksa sen bana atıyor musun. Eğer O söylüyor ise - bak orada ise var - "O söylüyorsa doğrudurrrr" bitti. Benim sorgulayacağım şey sadece O'nun söyleyip söylemediğini tespit etmektir. "O söylüyorsa doğrudur" bitti. Bu çok önemli bir mesele. İşte bu anlatım sırasında sonradan Hazreti Ebubekir ile konuşurlarken "Ya Resülallah nasıl anlattın" diyor. Malum Efendimizin bir çok seyahatleri var. Taaa Güney Ürdün'e kadar gitmişliği var. Kuzey Yemen'e kadar gitmişliği var filan. Ama Kudüs'e gitmemiş hiç.
Şam'a gitmişliği var.
Şam değil ora, Şam'ın güneyi ora yani. Busra Kasabası. 12 yaşlarında. Güney Ürdün dediğim o yani. Şam(a kadar değil. Zaten Şam da tanırlar onun için götürmeyin diyorya, onun için götürmüyorlar. Efendim. Orada nasıl anlattın Ya Resülallah diye Hazreti Ebubekir sorunca - bugünün ifadesiyle çok kolay - "Önüme Kudüs'ün maketini getirdiler" diyor melekler. Oraya baraka anlatıyor Efendimiz. Çünkü Kudüs'e gittim diyorsun, Kudüs'e giden bir sürü adam var müşriklerden. Peki o zaman şu sokakta ne var, köşeyi dönünce ne var, orada ne var burada ne var? Hepsine Efendimiz cevap veriyor. Bu mevzuyu sorduğu zaman Hazreti Ebubekir bugünün tabiriyle tek kelime ile anlatmak kolay, maket. Şehrin maketini önüme getirdiler melekler diyor oraya bakarak tekrar hatırlayıp söyledim diyor. Ve her söylediği de doğru. Efendimizi estağfirullah imtihan etmeye kalkıyor müşrikler, işte köşeyi dönünce ne var, orada ne var, burada ne var, işte Mescid-i Süleyman'ın durumu, işte bunları - jeolojik yapısı Kudüs'ün çok enteresandır onunla ilgili soruyorlar. Hepsini söylüyor Efendimiz. Hepsini biliyor. Çünkü gitti gördü.
Başka şeylerden de söz ediyor. Falancanın çobanı, falancanın...
Hepsini. Ama oradaki laf çok güzel. "Önüme maketini getirdiler". Yani bu maket icat olmadan belki bunu başka türlü ifade etmek lazım ama bugünün ifadesiyle çok kolaylaşıyor. Şimdi burada miraç bu bakımdan çok önemli. Efendim işte "mucizelerle peygamber". Her Peygamberin mucizesi her velinin kerameti vardır. Bu onların sıradan insanlar olmadıklarının sıradan insanlara gösterilmesi içindir. Zaten aziz insanlar bu nevi şeylere itibar etmezler, fevkaladeliklere itibar etmezler çünkü fevkaladelik tabii yaşamaktır. Hakiki fevkaladelik odur.
Biz Türk toplumu olarak, miraçla ilgili kültürel olarak ne yapmışıza gelirsek burada hiçbir başka Müslüman toplumunda olmayan bize mahsus bazı şeyler var. Bunların en mühimi miraciye denen hem edebiyat hem musiki sahasındaki çok önemli kültür eserleridir. Efendim. Bugüne kadar ulaşabilmiş maalesef tek miraciye var. Geçenlerde sohbetimizde sohbetini etmiştik. Galata Mevlevihanesi Şeyhi Kutbü'n-nâyî Şeyh Osman Dede'nin bestelediği bir miraciye vardır. Bu miraciyenin güfteleri hem Hazreti Mevlana'nın hem Muhammed Nasuhi Halveti Hazretlerinin hemde bazı güfteleri bizzat kendisinin Osman Dede Hazretlerinindir. Onun bile tamamı ne yazık ki günümüze ulaşamamış. Son dönemlerde işte bir takım tespit çalışmaları yapılmış filan. Bazı bahirleri Balat Sümbüli Şeyhi Kemal Efendide varmış Ondan almışlar filan. Ama ne yazık ki tamamı yok. Daha son günlerimizde ise Ankara da Ankara Radyosu Tasavvuf Müziği Korosu Şefliği yapan Ahmet Hatipoğlu abeyimiz onu tekrardan notaya aldı, tertip etti filan filan. Yani hiç olmazsa mevcudu kaybolmaktan kurtuldu.
Başka miraciyelerde var. Kazasker Hikmet Efendinin bir miraciyesi var, kaybolmuş maalesef. Efendimizin sırf miracıyla alakalı şiirler var. Onlarda miraciye ismiyle anılıyor. Ama bu Osman Dede'nin miraciyesi bir musiki eseri olarak Türk Müziğinin en büyük formu. Mevlevi ayinleri dahil. Ondan da büyük bir formdur. Daha uzun sürer. Ve miraciye vakıfları, miraciye okunması için vakıflar tesis edilmiştir. Bu vakıfları son dönemde Şakir Çetiner Hocamız vardı Allah rahmet eylesin, Okçuzade Şakir diye tanınan, Tophane'deki Karabaş Tekkesi Şeyhi iken 1925 de kapanmasıyla kalmış. Dedesi amcası babası hem o tekkenin şeyhi hem Kadirihaneninde Zakirbaşıları ciddi bir musikişinas bir ailedir oda. Aynı zamanda büyük bir hukukçuydu Şakir Bey. Özellikle vakıf hukuku üzerine. Sonra işte o vakıflardan falan çıkardılar, o vakıflar tekrar yürürlüğe girdi ve Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri Dergahında - şimdi cami olarak kullanılıyor- Bursa da İsmail Hakkı Tekkesinde ve Mahkeme Caminde, efendim Nasuhi Dergahında, efendim Çerkeşte Mustafa Çerkeşi Hazretlerinin Dergahında filan son zamanlarda okundu. Biz de onların ihtiyar halleriyle o okunmuş klasik okuyuş tarzına ulaştık. Fakat lisanıyla ve musiki ifadesiyle bugünün insanının o kadar çok vakit ayırabilecek tahammül edecek hali yok. Bugünün insanları yemek yerken bile iki tık tık bi pıt pıt karnını doyurup kalkıyor. Veya bir yandan yemek yiyor bir yandan yürüyor filan. Bunlar geniş zamanlı insanların eserleri, ama bunların değerinin kaybolması mevzubahis değil tabi. Bugünün insanlarının onu anlayacak değere yükselmeleri lazımdır. Miraciyenin böyle bir özelliği var.
Beratiye ve Regaibiyye diye de eserlerin olduğunu biliyoruz. Ama ne olduklarını bilmiyoruz. Onlar maalesef kaybolmuş. Gerek bir takım yasaklamalar, gerek bu iş çok ciddi bir entellektüelite ister. Yani şimdiki entellerden bahsetmiyorum. Onlar entellektüel olamadıkları için, entel kalanlardır. Entellektüellik çok ciddi bir meseledir. Onun için maalesef toplum harplerdi darplerdi ihtilallerdi şunlardı bunlardı sarsılmış etmiş bunlar maalesef kaybolmuş. Ama miraç ve miraciye duruyor. Eksik de olsa, kaybolmuş tarafları da olsa bu bakımdan çok önemli.
Efendimizin Taif'te başına başına malum bazı sıkıntılar geliyor.
Kendi ifadeleriyle hayatının en acı günü.
Evet. Bu miracıda bizim çok yoğun olarak Allah'ın O'na bir tesellisi bir ikramı şeklinde algılayanlar var..
O da var işin içerisinde. Efendimizi Cenab-ı Hak ayetlerle sabit olarak hadiselerden mada teselli kıldığı çok aşikardır. Toplumda İslamı kabul etmekle arkasında bir takım insanlar sürükleyecek insanların, Müslüman olmaları hakkında dua buyuruyor. Toplumu kurtarmak için. Olmuyor, hidayet nasip olmayınca çok üzülüyor Efendimiz. Zaten yapısı o, Rahmetel-lil Alemin çünkü O. Hiç bir kulun batılda kalmasına razı değil. Ama Cenab-ı Hak bu üzüntüsünü teselli babında "Sen sadece tebliğ..." - bunu maalesef adeta estağfirullah tazir gibi anlatanlar var, böyle değildir. Asla böyle değildir. Sen sadece tebliğ edersin gerisine karışma. Hayır Efendim. Öyle değildir bu. "Sen üzülme, tebligatını yap gerisini bana bırak, üzülme" manasınadır. Doğru anlamak lazım. Allah'ın Resulüne ne şekilde muamele ettiğinin öğrenilmesi için Kur'an-ı Kerim'e bakmak yeterlidir. Hangi Peygamberlerine Allah nasıl hitap etmiştir, Muhammed Mustafasına nasıl hitap etmiştir. Hitap şeklinden anla.
Çok örnek bazı aileler vardır. Anneler babalar birbirlerine ismi ile hitap etmedikten mada bir de güzel ifadelerle. Canım der, yahucum der. Eskilerden bunu duyardık ninelerimizden.
Yahucum..
Yahucum tabi. Yahucuğum. Şaka yaparlar. Akrep sultan. Akrep çok yakin demek. Karibin kuvvetlisi akrep. Şaka yaparlar latife. Ve bu hitaplar nedir? Çocuğunu lalettayin ismiyle "Ahmet buruya gel" demek başkadır "Ahmetcim yavrum gelsene" ikisi arasındaki fark nasıl belli değil mi? İşte Allahü Zülcelal Habibi Edibine lateşbih Ahmet buraya gel dememiştir. Ahmetcim canım gelirmisin demiştir, lateşbih. Böyle diyen Rabbül Alemin Sen tebliğ et gerisine karışma tarzında bir ayet göndermemiştir. O ayet öyle değildir. "Sen tebliğ edicisin hidayet bendedir..
Sıkma canını..
Hah sıkma canını. Evet. Çok güzel tabir buyurdunuz. Sıkma canını. Dolayısıyla Ashaptan genç bir zat, Uhud'a yetişmemiş daha çocuk o halinde, daha yeni yeni gelişiyor: "Ya Resülallah çok üzüldünüz değil mi Uhudda amcanızın vefatı" falan, yani "Hayatınızın en kötü günüydü" felan. "Yani kötüydü ama yavrucum Taif günü daha kötüydü" diyor Efendimiz. Yani O en kötü gün olarak hala Taif'i hatırlıyor. Ondan sonra olması buyurduğunuz gibi elbette Rabbül Alemin'in Rahmetel-lil Alemin'e bir ikramıdır.
Çok özür dileyerek, haddimi de aşarak Efendimize hitapla ilgili..
Yani Ya Muhammed hitabı bir tane yoktur Kur'an-ı Kerim'de. Yoktur. Ama Ya İbrahim var, Ya Musa var, Ya İsa var.
Hatta şunu diyecektim Hz. Musa'ya hitaben "Ya Musa fahla' na'leyke" mesela. Ayakkabılarını çıkar diye.. Sen mukaddes bir yerdesin buraya ayakkabı ile girilmez diye böyle bir emir kipinde değil mi?
Hala Efendim bu devirde sokaklar çok temizmiş, sokaklarda gübre yokmuş, onun için camilere ayakkabı ile girilirmiş diyen işte ne diyim, diyenler var diyim bari.
Dolayısıyla efendim şuraya geldik, bunun Efendimizin şahsıyla ilgili düşündüğümüzde bu miracın Efendimizin O Kırılan Kalbini onarma O'nu teselli etme, O'na ikramda bulunma, O'nu yanına alıp O'nu taltif etmede bu işin içinde var.
Var, var tabi.
Sonuçları olarak da tabi sadece namaza indirgemek yanlış, ama çok önemli bir sonuç olarak da bize dönük yüzünde de namaz var..
Yani zahiri sonuçları başta namazdır, batıni sonuçları da seyri süluktür.
Seyri süluk dediğimiz oraya gidip orada kalmamak oradan geri dönmek.
İşte İslam tasavvufunun Hint Felsefesiyle en önemli ama en önemli derken bütün her şeyi kapsıyor bu, farkı budur. Bir yolculuk değildir, bir devirdaimdir. Bir yere varış yoktur, çünkü Allah'ın nimetinin sonu yoktur. Nirvana Fenafillah gibidir, benzer, tam karşılığı değildir. Nirvanaya erdin bitti diyor. Bitmez Allah'ın nimeti biter mi?
Şimdi Hocam İsra ve Miraç. İkisi de gece olan şeyler. İkisi de aslında aynı zaman içerisinde olan şeyler. İkisinde de ruh meal-ceset olan şeyler..
Şimdi bir kere gece gündüz çok önemli bir şey değildir.
İslama gece..
Gece tamam ama. Gece Mekke'de gece, Newyork'ta gündüz. Dolayısıyla mutlak bir şey değildir gece. Mahalli bir şeydir. Ama öyle olduğunu anlatıyor Cenab-ı Hak. Gece olmasının önemi yok. Bulunulan yerde gece masivadan daha az mutazarrır olunan zaman parçasıdır.
Anlamadım Efendim..
Şimdi gündüz aydınlık ve meşgale, insanı masivaya esir kılar. Masiva nedir? Seni Allah'tan ayıran şeyler. İşler güçler çoluklar çocuklar endişeler harpler darpler bunlar. Genellikle gündüz olur. Gece istirahat vaktidir. Bu beden istirahatinde normal olarak Allah'ın emrine göre yaşayan insanların sekiz saat uykuya ihtiyacı yoktur. Daha az uykuyla beden sağlığı muhafaza edilir, diğer şartlarında yerine gelmesi kaydı ile. O zaman gece etraf ile meşgul olmadan daha çok kendinle meşgul olursun. Bu kendinle meşgul olma dönemi kişinin dünya üzerinde bulunduğu noktanın gece olmasıyla sınırlıdır. Dünyanın tamamı gece diye bir şey yoktur ki. Öbür taraf gündüz. Bir taraf sabaha karşı bir taraf akşam üstü gibi. Dolayısıyla gece olmasının özel ehemniyeti burada. Masivasız, tenhalık. "Ben geceyi size örtü olarak, gündüzü maişet kazanma zamanı olarak yarattım" buyuruyor.
Şimdi o örtüde, gelen tecelliyat, bazen insan kendi kendine bile kaldıramaz, ahali ise hiç kaldıramaz. Ondanda saklamak içindir. Biz gecenin örtüsünü sadece yatak odası ile sınırlı zannediyoruz açık konuşalım. Sabahın seher vaktinde göz yaşı ile değirmen döndüren nice aşıklar var. Allah birçok mübarek şeyleri gece yaptım buyuruyor. O zatın o kulunun bulunduğu yerdeki gece zamanında yapmıştır diyelim.
Leyle-i Mübareke var, nehar-ı mübareke yok Kur'an-ı Kerim de. Değil mi?
Evet. Leyletil mübareke.
Leyletil mübareke. Ama erhar-ı mübareke yok. Anlatabildim mi? Bu mahremiyet. Yani gizlilik değil burada aynı zamanda. Ulvilik ve hürmetlilik olduğu içindir. Onun için israda miracda gece olmuştur.
Hocam programın sonuna geldik. Efendim geçen hafta okuduğunuz bir şiir vardı lütfedersiniz başka bir şiir daha okumanız mümkün mü?
Öylemi hay hay. Ömer Nasuhi Efendinin, Ömer Nasuhi Efendi Hazretleri emekli diyanet işleri başkanımız ilmihali ile ahali arasında çok tanınır, biraz daha ilimle meşgul olanlar arasında tefsiriyle çok tanınır ama başka eserleri de olmakla birlikte başka tefsir yazanlar var. Başka ilmihal yazanlar var. Ama Ömer Nasuhi Efendi Hazretlerinin "Islahatı Fıkhiyye Kamusu" isimli kitabı İslam Hukuku açısından son dönemde yazılmış en önemli kitaptır. Islahatı Fıkhiyye Kamusu. Çok önemli bir kitaptır. Bu kadar büyük bir alimin, aynı zamanda büyük bir memur. Diyanet İşleri Başkanı, İstanbul Müftüsü falan filan. Bir de gönül havası, bir de kendi iç gönül meselesi var. Bak Efendimize neler diyor, arz ediyor:
Vücudundur senin timsal-i hikmet Ya Resulâllah!
Kudümün kâinata verdi nüzhet Ya Resulâllah!
Mukaddessin, bütün esrara vakıfsın ki zahirdir,
Senin her bir sözünden bin hakikat Ya Resulâllah!
Cihana verdiğin feyzi düşündükçe sıkılmaz mı,
Seni inkâr eden ehl-i cehalet Ya Resulallah?
Senin nur-i zuhurunla ne ulvi mazhariyyet ki!
Ufuklardan açıldı gitti zulmet Ya Resulallah!
Tecelliyâb olunca tal’atın evci risaletten,
Münevver etti ekvanı hidayet Ya Resulallah!
Meşam-i âşıkanı her seher etmektedir ta’tîr,
Nesîm ettikçe dergâhını ziyaret Ya Resulallah!
Zülâl-i vuslatınla âlemi ihya ederken sen,
Dili pür vecdimi yaksın mı firkat Ya Resulallah?
Muattar ravza-ı pür feyzine ben iştiyakımdan,
Enin etmekteyim, artık inayet Ya Resulallah!
Günahkârım peşiman bir kulum, gayet perişanım,
Niyaz etmekteyim senden şefaat Ya Resulallah!
Efendimize hitaben şefaat demek şirktir diyenler Ömer Nasuhi Efendiye müracaat etsinler. Kendilerini alim zannediyorlar. Ömer Nasuhi Efendinin attığı tırnak olsunlar evvela.
Eyvallah. Çok teşekkür ederim Hocam çok güzel yorumladınız hakikaten çok sağ olun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder